Demek gidiyorsun! Birbiriyle hiç konuşmamış iki kişi gibi, akıp gidiyorsun yanımdan. Bir yabancının, bir yabancıya bakışı kadar korkusuz kıpırdıyor gözbebeklerin. Çehremde can çekişen bir çiçek var yine. Ve bıçaklanmış bir ümidin bıraktığı avuç dolusu kan. Suratımda kalan kahkahanın resimlerdeki ispatıyla avunan gözbebeklerim… Beraber çektirdiğimiz tek fotoğrafta seyrettiğim yüzlerce anı.

Arkadaşların vardır. Beni belki de hiç anlatmadığın. Benim için “onu özlüyorum” demediğin. Arkadaşlarım var. Senin yerini dolduramayan ve bu yüzden hep seni anlattığım arkadaşlarım. Yere göğe, geceye gündüze, iyiye kötüye hep seni anlattığım zamanlarım var benim. Bir kumral başağın gidişiyle duran zamanlarım…

İntikam ateşini körüklerken bir yanım; bir yanımda çocukluğumun misketleri kadar şeffaf, renkli ve masum sevdalarım serpilip büyüyor hâlâ. Unutamıyorum!

Demek gidiyorsun! Şimdi bir eskicinin, yaşlanmış kolunda sokak sokak dolaştırdığı beklentilerim var aklımda. İkimizi kattığım, ikimizin zannettiğim beklentilerim. Telli duvaklı şarkılar! Kandırdınız beni.

Bir sonbahar savrukluğunda kırılmadık ki biz. Güçlüydü ya duygularımız, bağlarımız. Güvenilen duyguların çoğalttığı aşka âşık değil miydik ikimiz? Birbirimize âşık değil miydik biz? Biz! İhtiraslardan uzak, kendisince seven, hayalci iki çocuk yürek. Küçük bir evi, kaskatı duvarlardan taşan bir manzaraya çeviren iki büyük âşık. Reva görülmeyecek sonların insanın yakasına yapışması gibi her şey. Uğruna bir hayat feda etmek. Kahramanca sevip, kahramanca can vermek. Sevmenin esrikliğine kanıp, hayatı kollarından tutup kaldırdığını zannedersin. Kandırılmanın esrarını çözdüğün gün anlarsın ki, bata çıka yaşadıklarına aşk demiş şairler. Sinsi bir yağmuru aşk iksiri zannettiğinde başlar bulutların seni sarartması. Eksilttiğin ömrün inandıklarını beklemekle geçer. Giden gitmiştir ya; göz kör olur, kulak duymaz olur dostları. Yıldızdan bir kar tanesi örtülür üzerine. Gözlerine çıra gibi sözler yağar. Çaresizlik duygusu açar perdelerini güne. Gün siyahtır, sen çaresiz. Aklına gelen her şey çare gibi görünür kısık bakışlı gözüne. Bir şeyler duymak istersin ona dair. Gittiğini ama döneceğini demelerini beklersin arkadaşlarının. Demezler…

Kıyıya ölüsü vuran kış güneşinden medet umarsın bir müddet. Sonra yakamozlar gelir aklına. O yakamozlar da benim gibi çaresizler miydi acaba dersin. Düştükleri denizdeki yılana sarıldı mı ince bedenleri dersin. Serenatlarla süslü bir hayattan bir kaldırım serçesine dönen ışığın aydınlatmaz olur düşlerini şimdi. Bir köşeye yığılıp kalır bedenin genç yaşında. Bir başağın taneleri kadar büyük gelir inançların sana. O inançlarına güvenip bağlanırsın bir kez daha o başağın kumral sükûnetine. Ne çok inandırmıştır seni o kumrallık… Ve ne çok yalancıdır o kumrallık… Yanıldığını anladığın o an, başağın başı eğilir, dili çözülür, sözü acıtır…Kader köprüsü çökmüştür o an…

Telli duvaklı şarkılar!

Kandırdınız beni.

Cüneyt GÜNDOĞDU

Cevap Ver

Please enter your comment!
Please enter your name here